12 Nisan 2013 Cuma

İZMİR'DE BİR BAHAR GÜNÜ RÜYASI

Blog sayfamı uzun zamandır ihmal ediyordum. Yoğun tempolu iş hayatı, en az iş hayatı kadar yoğun bir ev hayatı (evli ve iki çocuklu olduğumun altını çizmek istiyorum burada) ve bunların üstüne bir de eğitim hayatı olunca bu ihmalkarlığımı rasyonalize edebiliyordum kendimce. Ancak geçtiğimiz haftasonu özellikle de Pazar günü ihmal edilemeyecek kadar keyifli anılarla dolu öyle güzel bir gün geçirdim ki, bu günü tarihe not düşmem gerektiğine inandım.

Aslında sabah çok keyifli başladı. Bir devlet memuru titizliğiyle her sabah saat 8 gibi uyanan çocuklarım bu pazar da beni şaşırtmadılar ve beni uyandırdılar. Havanın güneşli ve nispeten sıcak olacağını bildiğimiz için bir an önce kahvaltımızı yapıp kendimizi ailecek dışarı atmak istiyorduk. Hemen kahvaltı hazırlamaya koyulduk. Ayıptır söylemesi, mahalle esnafından aldığımız Kayseri pastırmalarını sahanda yumurta kırarak midelere indirdik. Kısa bir hazırlık faslından sonra dışarı çıkmaya hazırdık. Ancak beklenmedik bir hadise vuku buldu ve oğlum sabahtan beri elinde tuttuğu minik yıldız objesini kaybetti. Bizden bulmamızı istedi yıldızını. Hemen her yere baktık ancak yıldızı bulamadık. Oğlum bazen bu durumlarda çok takıntılı olabiliyor. Ağlayarak ve hatta bağırarak ve hatta tepinerek yıldızım da yıldızım dedikçe benim de sinir katsayım katlanarak artmaya başladı. Güzel sözlerle yıldızının kaybolduğunu anlatmaya çalıştık ancak biz güzel güzel konuştuğumuzu düşündükçe o aksine daha da agresifleşti. Öyle bir noktaya geldik ki ben artık pes ettim ve salona geçip o güzel güneşli günü evde geçirmek istemeye başladığımı düşündüm. Bu gibi durumlarda genelde olduğu gibi annesi devreye girdi. Her zamanki gibi tüm şefkati ve sevecenliği ile oğlumuza eğer benden özür dilemezse, benim onları dışarı çıkarmaktan vazgeçeceğimi söyledi. Ben o sıra o kadar sinirlenmiştim ki öfkemin basit bir özürle geçebileceğine ihtimal vermiyordum. Ancak çocuklar çocukluğun verdiği mucizevi şirinlikleri öyle ustaca kullanıyorlar ki, oğlum da tüm şirinliği ile ve yarı ağlamaklı bir sesle benden özür dileyip bir daha o şekilde davranmayacağını söyleyince ben tüm yelkenleri indirdim. Oğluma sımsıkı sarılıp öptüm onu. Barıştık ve arabamıza doğru hareket ettik.

Varmak istediğimiz yer işte burasıydı

İstikamet Özdere'ydi. İzmir'i bilenler için Özdere ismi tanıdıktır. Ancak bilmeyenler için Gümüldür dersem daha anlamlı olacak sanırım. Özdere, Gümüldür'ün hemen yanıbaşındaki kasaba. Bu sakin iki kasabanın tam ortasında Ortaköy isimli bir köye çok yakın bir noktada mütevazi bir yazlık evi var kayınpederin. Amacımız neredeyse bütün kış kapalı kalan evin son durumunu görmek ve çocuklarla birlikte temiz hava almaktı. Yaklaşık 45 dakika süren araba yolculuğunun ardından 500 mt'lik tepelerin arasından deniz karşımıza tüm etkileyiciliği ile çıktı. O an hissettiklerimi sanırım sadece Ankara'da doğup büyüyenler hissedebilirmiş gibi düşünüyorum. Zira Ankara'da bir memur çocuğu olarak yaşamak demek:
  • Denizi yılda sadece bir kez görmek demek
  • Yaz tatili için deniz kenarı bir beldeye yaklaşık 10 saat süren yorucu bir araba yolculuğundan sonra varmak demek
  • Yolculuğun son bir saatinin içinde bir tepenin ardından denizi görmek demek
  • Araba içinde çığlıklar atarak "Deniz göründü, yaşasın otelimize çok yaklaştık" demek.
İşte İzmir'de ya da İstanbul'da doğup büyüyenler denizle iç içe yaşadıkları ve yukarıdaki dört maddeyi hayatları boyunca hiç yaşamadıkları için benim denizi görmelerimdeki heyecanımı hiç anlayamayacaklar bence.

Tepelerin ardından denizi görünce hissettiklerimi
sanırım sadece Ankaralılar  hissedebilir

Neyse, denizi gördükten yaklaşık 10 dakika sonra eve vardık. Evin minik bir bahçesi var. Bahçede bitkiler ve ağaçlar baharı bizden habersiz karşılayıp bizi beklemişler adeta. Dalında limonu ilk defa gören oğlumun heyecanına ortak olmamak mümkün değildi. Bahçede biten maydanozları, naneleri ve kuru soğanları sanki bir sanat eserine bakar gibi dakikalarca izledim. Bazı bitkilere salyangozlar yapışmıştı. Bu yavaş ve narin hayvanları incitmeden çocuklarıma gösterdim. Çoğumuz sümüklü böcek der bunlara ve ismini duymak bile iğrendirir bizi. Halbuki tüm bunlar küçüklüğümüzden beri bizi bu yönde düşünmeye koşullandıranların eseri bence. Çocuklarımı bu tür yönlendirmelerden uzak yetiştirmeye çalışıyorum. O nedenle salyangozları elleyebileceklerini ve isterlerse onları incitmeden avuçlarına alabileceklerini söyledim. İkisi de büyük bir istekle dediklerimi uyguladılar ve bu yazıyı yazmamla bu olayın gerçekleşmesi arasında geçen üç haftada ellerinde ne siğil çıktı ne de salyangozlardan kaynaklanan bir hastalık geçirdiler.

Limon ağacında iki tane limon olgunlaşmak üzere.
Yapraklara elimi sürttükten sonra kokladığımda mis gibi limon kokusu unutulmaz

Bahçede biten doğal naneler salatalarımıza lezzet katacak.

Bahçedeki keşif çalışmalarımızdan sonra kendimizi deniz kenarına attık. Sahil olabildiğince geniş ve sakin bir şekilde karşıladı bizi. Deniz biraz dalgalı hava biraz rüzgarlıydı. Açıkçası montları giymeseydik üşüyebilirdik. Çocuklar denize giremedikleri zaman oynadıkları en favori oyunlarını oynamaya başladılar: Denize taş atmak. Ben biraz onların peşinde biraz kendimle başbaşa o anların tadını çıkardım. Kah döndüm denize derin bir nefes çektim, kah döndüm yüzümü dağlara düşüncelere daldım. Sanırım Özdere'nin ve çoğu yazlık sayfiye yerinin vakit geçirilebilecek en güzel zamanları Mart, Nisan ve Mayıs ayları. Yazın getirdiği gürültülü kalabalıktan uzak, nefes almayı bile zorlaştırıcı sıcaktan bunalmadan ve güneşin altında kavrulmadan doyasıya dışarıda olabileceğiniz zamanların değerini bilenlerdenim.

Çocuklar denize taş atıyorlar

Yüzümü dağlara döndüğümde bu harika manzara çıkıyor karşıma

Bir süre sahilde oyalandıktan sonra eve geri döndük. Kayınpederde balıkçılık var biraz. Daha önceden tuttuğu ve buzlukta sakladığı kalamarları bahara merhaba dememizin şerefine önceden terbiye edip hazırlamış sağolsun. Kısacası öğlen yemeğimizde muhteşem kalamar lezzeti vardı. Hayatımda kalamarı ilk ne zaman yedim hatırlamıyorum sanırım ilk gençlik yıllarımda olsa gerek, ne de olsa Ankara kökenliyiz. Ama çocuklarımın bu lezzetle küçük yaşta tanışmaları ve bu lezzeti sevmeleri hoşuma gitti. Keyifli bir öğle yemeğinin ardından küçük kızım öğle uykusuna yattı. Oğlum ise artık kolay kolay öğlenleri uyumuyor. Evde sakince vakit geçirdik biraz.

Kızım uyanınca yine hep beraber sahile gittik. Sabahki şiddetli rüzgarın aksine ılık bir hava durgun bir deniz karşıladı bu sefer bizi. Sahile her gidişimde başka bir kimliğe büründüğünü görmek bana Koç Üniversitesi yıllarımı anımsattı. Giriş kapısından araba ile içeri girdiğimde tepeden üniversite uzaktan ise Karadeniz gözükürdü. Karadenizi ve gökyüzünü Koç'e giriş yaptığım her farklı gün farklı bir kombinasyonla görmek hafızamda tatlı anılar bırakmış anlaşılan.

Neyse, sahil sabaha göre biraz daha kalabalıktı. Bir tane Sibirya Huskisi de oradan oraya koşturup duruyordu. Hayvan yolun öte tarafındaki bir sitenin köpeğiymiş. Bunu duyunca üzüldüm, zira bu, hayvanın dört mevsim orada yaşadığını gösteriyordu. Soğuk iklim için tasarlanmış olduğunu düşündüğüm bu canlı yazın 40 derece sıcağında kim bilir ne eziyetler çekiyordur. İsmi Dora'ymış. Dora'nın çocuklarımızı ısırmayacağından emin olduktan sonra, çocuklara isterlerse Dora'yı sevebileceklerini söyledim. Aynı salyangoz örneğinde olduğu gibi heyecanla köpeğin üzerine atladılar. Dora da o kadar uysal bir hayvan çıktı ki, çocuklarla uyumu beni mutlu etti. Hatta bir süre sonra kızım Dora'yı elleriyle besledi. Bu arada Dora kızımın yüzünü bir iki kere de yaladı. Aman bunu annesi, anneannesi duymasın yoksa beni topa tutarlar.

Güzel kızım ve Güzel Sibirya Huskisi Dora 


Kızımın Dora ile imtihanı


Güneş batmaya yakın eve geri döndük. Minik bir hazırlanmanın ardından, keyifli ve ailecek geçirdiğimiz güzel bir günü arkamızda bırakarak şehirdeki evimizin yolunu tutarken, çocuklarımda tatlı bir yorgunluk eşim ve benim yüzümde ise içten bir gülümseme vardı.