27 Kasım 2012 Salı

İZMİR'DE BİR PAZAR SABAHI

Çocuklarım dünyaya geldiğinden beri haftasonu sabahlarını bir ayrı seviyorum. Geç kalkmak için bir bahanem olamıyor, zira çocuklar en geç 8'de uyanmış oluyorlar. Hele bu aralar 3,5 yaşındaki oğlumun kendi yatağından kalkıp eşimle beni uyandırmasının keyfi bir başka. Geçtiğimiz pazar günü yine aynı rutinle uyandık. Pencereleri açıp baktığımda İzmir'de güneşli bir havanın bizi beklediğini gördüm. Kahvaltımızı yaptıktan sonra eşim çocukları parka götürmemizin iyi olacağını söyledi, açıkçası biraz isteksizdim çünkü hem boğazım ağrıyor ve kendimi halsiz hissediyordum, hem de evde ayaklarımı uzatıp Kemal Tahir'in Devlet Ana isimli romanını bitirmek istiyordum. (Bu romanla ilgili karalamak istediklerim var, bir başka blog yazısına inşallah.)

Söz konusu çocuklar olunca insan kendi isteklerini bir kenara bırakabiliyor. Biz de kahvaltı sonrası hazırlandık ve şimdiye kadar İzmir'de hiç gitmediğimiz bir parka gitmek üzere hareket ettik. Güzelyalı'daki Haylaz Totti isimli ayakkabı mağazasını geçtikten sonra sol tarafta kalan parkı ne zamandır görmek istiyorduk. Hedefimize vardığımızda parkın içinde iş makinelerini gördük, her taraf kazılmıştı, umarım yeni bir park için yapılıyor bu çalışmalar. 

Neyse, hemen yeni bir plan oluşturup yürürlüğü koyduk ve  İnciraltı'na "İzmir Kent Ormanı'na" doğru hareket ettik. Burası eskiden moloz dökme alanıyken, birkaç sene önce bir kent ormanına dönüştürülmüş. Yüzlerce ağaç dikilmiş, yürüyüş ve bisiklet yolları yapılmış. Kent için harika bir kazanım. Henüz öğle vakti bile olmadığından otopark nispeten boştu. Yanımıza arabamızda sürekli taşıdığımız battaniyeyi ve topu da aldık. Fazla yürümeden deniz kenarında çimlik bir alana battaniyemizi serdik. Seriş noktamızı belirleyen en önemli faktör hemen yanıbaşımızdaki masada birisinin gitar çalmasıydı. İki aile olarak gelmişler, erkeklerden birisi gitarını çalarken diğerleri çaylarını yudumluyordu. Nedense bu manzarayı İzmir'den başka bir şehirde göremeyeceğimi hissettim. Sonuç olarak biz de ailecek bu deneyimden nasiplendik, denize karşı güneşli bir pazar sabahı kulaklarımızın pası silindi. 

İzmir Kent Ormanı uydu görüntüsü

İzmir Kent Ormanı'nın havadan görüntüsü, fotoğrafı internetten buldum

Bir süre gitar dinledikten sonra çocuklarımla denize taş attık. Oğlumun hep sevdiği bir oyundu hala aynı heyecan ve keyifle taşları denize fırlatıyor. Artık kızım da bu oyuna eşlik etmeye başladı. Daha sonra yanımızda getirdiğimiz topla oynadık. Ben topu fırlatabildiğim kadar yukarı fırlattım defalarca ve çocuklar kahkahalar eşliğinde topu düştüğü yerden alıp bana getirdiler. E tabi bir süre sonra sıkıldılar, artık bulunduğumuz noktada hareket etme vaktinin geldiğinin işaretiydi bu sıkıntı belirtileri. Biz de yönümüzü ormanın Engelliler Merkezi tarafındaki giriş kısmındaki çocuk parkına çevirdik. 


İzmir Kent Ormanı'na benim gözümden bir bakış

2 aile, erkeklerden birisi gitar çalıyor, diğerleri ve biz onu keyifle dinliyoruz

Burada Engelliler Merkezi için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Büyükşehir Belediyesi'nin bir hizmeti (keza orman da belediyenin bir hizmeti) ve denize sıfır, harika bir manzara eşliğinde engelli vatandaşlarımızın öncelikli olarak yararlanabildikleri bir mekan. Mekan derken birkaç masa ve bir kantinden ibaret. Kantinde yiyecek çeşitleri kısıtlı, hamburger köfte tarzında fast food ürünleri var. Açıkçası lezzet olarak da pek başarılı değil. Fiyatlar makul, engelli kartını gösterenlere ciddi indirimler var. Sonuç olarak fikir ve fikrin hayata geçirilmesi çok güzel. Ancak uygulamada çok fazla eksik var gibi hissettim. 

Neyse işte biz bu merkezin hemen yanıbaşındaki çocuk parkına gittik ve çocuklar kaydıraktan kayıp salıncakta sallandılar. Hem kendi çocuklarımı hem de başka çocukları oynarlarken görmek bana büyük mutluluk veriyor. Çocuklar için hayat o kadar basit olabiliyor ki. Düşünsenize ırk önemli değil, din önemli değil, hatta inanmazsınız dil de önemli değil. Bir keresinde oğlum Alman turist çocukların arasına dalmıştı ve hep beraber büyük keyifle oyun oynamışlardı. Yani sonuçta çocuklar için önemli olan oyun ve oyunun neticesinde mutlu olmak. Keşke biz büyükler bu oyunu hiç bozmasak.


Arka tarafta gözüken beyaz bina Engelliler Merkezi'nin kantini. 

Çocuk parkındaki oyun faslı da bittikten sonra arabamıza doğru yöneldik. İzmir'in güzel insanları da arabalarını park edip orman'a akın etmeye başlamışlardı bile. Bu ormana ikinci gelişimdi, ilk gelişimde içinde fazla vakit geçirmeyip hızlıca bir tur atıp çıkmıştık. O zaman da görüntü olarak birbirinden çok farklı gözüken insanların bir arada ve birbirlerine karışmadan vakit geçirdikleri bir yer gibi gözükmüştü. Düşünün bir masada sadece erkeklerden oluşan ve çay bardakları ile rakı içen bir grup ve yan masada mangal yapıp türbanlı eşi ve annesiyle piknik yapan bir aile. Nedense böyle bir manzarayı İzmir'den başka bir şehirde göremezmişim gibi hissetmiştim. 



Sonuç olarak arabamıza binip hareket ettiğimizde içimden İzmir'de yaşamaya başladığım için bir kez daha tanrıya minnet duyup bana verdikleri için şükrettim. Eve dönerken ailemle güzel bir pazar sabahı geçirdiğim için mutluydum.

20 Kasım 2012 Salı

YENİ BAŞLAYANIN GÖZÜYLE İZMİR


Ne zamandır bisikletimle İzmir'de minik bir tur atmak istiyordum. Nihayet bunu geçen hafta gerçekleştirdim, bu yazıyı turun hemen ardından duygularım sıcak ve tazeyken yazmak istedim ancak fırsat bulamadım. İzmir'deki evimiz Üçyol Hatay'da. Bisikletimi bodrum kattaki sığınaktan alıp yollara düştüm. İnönü Caddesi üzerinden Konak tarafına doğru pedal çevirmeye başladım. Daha önce arabaların vızır vızır işlediği ana caddelerde hiç bisiklet sürmemiştim, biraz tedirgin oldum açıkçası. Belli bir süre ilerledikten sonra Varyant Kavşağı'na geldim. 

Varyant keskin virajlardan geçerek ilerlediğiniz İzmir'in sembol bölgelerinden birisi. Yol üzerinden körfez manzarasını keyifle izleyeceğiniz pek çok nokta sunuyor. Bisikletle inerken biraz ürktüm, her ne kadar bisikletim eski ve sağlam bir Bianchi de olsa, bu kadar dik yokuşlardan ilk defa iniyordum. Açıkçası fren tellerinin kopmaması için dua ettim, neyse ki bir sıkıntı yaşamadan Konak'a kadar vardım. 

Varyant'ı harita üzerinde kırmızı ile görebilirsiniz. 


 Varyan'tan bir manzara, arka taraftaki uzun yüksen beyaz bina Hilton Oteli
 Varyan'tan bir manzara, arka taraftaki uzun yüksen beyaz bina Hilton Oteli

 Varyant'tan başka bir manzara

İzmir denince akla gelen en önemli sembolik yapı sanırım Konak'taki tarihi saat kulesi. Bisikletimi kulenin önüne çekip birkaç poz çektim. Kule Sultan II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yılında, yani 1901 yılında yapılmış. Yaklaşık 25 metre boyundaki eserin saati ise Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. Orijinalinde yapının üzerinden Osmanlı tuğraları ve Abdulhamit'in tuğraları kabartma olarak işlenmiş ancak  1927 yılında çıkan “Milli ve Resmi binalarda kullanılan tuğra ve methiyelerin kaldırılmasını” içeren kanun nedeni ile buradaki tuğra ve armalar kaldırılmış, yerlerine ay yıldız kabartmaları konulmuş.

Saat kulesinin hemen önünde sırtımı denize verdiğimde gördüğüm bina ise İzmir Hükümet Konağı oldu. Bu haşmetli yapı 1868-1872 yılları arasında inşa edilmiş. Mimari özelliklerinden çok Milli Mücadele tarihindeki önemiyle ön plana çıkan bir yapı. Zira 9 Eylül 1922'de Türk Ordusu İzmir'e girdiğinde bu konağın önündeki Yunan bayrağı indirilip Türk Bayrağı göndere çekilmiş. O meşhur görüntü şu ana kadar her sene 9 Eylül İzmir'in Kurtuluş gününde canlandırılmış anca bundan sonra bu canlandırmanın yapılıp yapılmayacağı meçhul, zira bu sene bir takım sıkıntılar yaşandığını gazetelerden okudum. 

İzmir Saat Kulesi

Saat kulesinin önünden Hükümet Konağı

Bu iki güzide yapıyı ziyaret edip Konak Meydanı'nda güvercinlerin arasında biraz gezinti yaptıktan sonra rotamı Alsancak istikametine çevirdim. Bu rota en keyifli sahil kenarından gerçekleştirilebilir bence. Sonbaharın son günleri olmasına rağmen güneşli ve harika bir havada pedal çevirmek çok huzur vericiydi. Bir yanımda deniz ilerlerken diğer yanımda İzmir'in güzel insanları bu güzel manzaranın tadını çıkartıyorlardı. 
  
Alsancak istikametine giden bir vapur. Arkadaki yapı Konak iskelesi  

Arka sol planda gözüken yüksek binalar Mavişehir 

Bir süre sonra Cumhuriyet Meydanı'na geldim. Hafta içi ve gündüz saati olduğu için meydan boştu. Mustafa Kemal heykelinin önünde bir fotoğraf çektim, heykelin önünden de meydanın bir fotoğrafını çektim. 10 Kasım 2012'den 2400 gönüllü insan bu meydanda canlı Atatürk portresi oluşturdular. Bu tip aktiviteler beni eskisi kadar heyecanlandırmasa da, böyle bir aktivitenin yapıldığı mekanda biraz bisiklet sürmek beni heyecanlandırdı. 
Meydanda her bir kişinin durması gereken yer önceden belirlenip işaretlenmişti. Ortaya güzel bir manzara çıktı. Bu canlı portrenin nasıl oluşturulduğunu merak edenler aşağıdaki linkten aktiviteyi izleyebilir:

http://www.youtube.com/watch?v=J8srNjMc-K4&feature=youtu.be



Konak Cumhuriyet Meydanı'ndaki Mustafa Kemal heykeli 

Cumhuriyet Meydanı'nın boş görüntüsü, 10 Kasım 2012'de 2400 gönüllü bu meydanda canlı Mustafa Kemal portresi oluşturdular

Alsancak'a vardıktan sonra yine aynı güzergahtan geri dönmeye başladım ve bu sefer Konak Pier isimli yapının önünden minik bir mola verdim. Konak Pier de İzmir'in tarihi ve sembolik yapılarından bir tanesi. 1867 yılında yapımına başlanmış ve inşaat bittikten sonra Fransız gümrük ofisi ve deposu olarak kullanılmış. Daha sonraki yıllarda millileştirilmiş ve 1950'li yılların sonuna kadar Gümrük Binası olarak kullanılmış. Bu tarihten sonra uzunca bir süre balık hali olarak hizmet vermiş ve geçirdiği renovasyondan sonra 2004 yılında butik alışveriş merkezi olarak ziyaretçilerini ağırlamaya başlamış. Deniz kenarında, güzel manzara eşliğinde yemek yenebilecek nezih mekanları var. Benim için özel bir anlam daha barındırıyor bu yapı, zira nişan törenim Konak Pier'in içindeki mekanlardan birinde gerçekleşmişti. 


Konak Pier'in girişi 

Daha sonra bisikletimi tekrar Konak Meydanı'na doğru sürdüm ve Hükümet Konağı'nın yanındaki demirlere kilitledim, bundan sonrasını yayan devam etmek istedim. Ünlü Kemeraltı Çarşısı'nı görmeyi çok istiyordum. Yol üstünde gördüğüm kahverengi üzerine beyaz harfli yön tabelaları beni hep heyecanlandırır, gördüğüm Kemeraltı ve Agora tabelaları yine aynı duyguları yaşattı bana. Çarşıya ilk girişimde minik bir sürpriz bekliyordu beni: Şekercibaşı Ali Galip dükkanı. Benim ismimi rahmetli dedem koymuş, kendi ismiyle (Ali), babasının ismini (Galip) birleştirmiş ve kulağıma üflemiş. Türkiye'de çok rastlanan bir isim kombinasyonu değil bu nedenle ismimi taşıyan bir dükkanı görünce şaşırdım.

Çarşı'nın tarihi sokaklarında dolaştım bir süre, envai çeşit dükkanı barındıran bu eski yollar yapay alışveriş merkezlerine kıyasla içinde bir ruh barındırıyordu ve bu ruh bana huzur verdi. Buraları daha sık ziyaret etmeye ve alışverişlerimin bir kısmını buradan yapmaya karar verdim o anda. Hatta zaman zaman çocuklarımı da getirip bu havayı solumalarını istiyorum. Zamanında Ankara'da Kocabeyoğlu Pasajı'ndan aldıkları ile giydirirdi annem beni. Sanırım bu nedenle de Kemeraltı bana çok tanıdık geldi. Çarşıda giyim kuşam mağazalarının yanı sıra baharatçılar, balıkçılar, hediyelik eşya dükkanları, oyuncakçılar ve aklınıza daha ne gelirse var. İzmir'e yolunuz düşerse buraya muhakkak zaman ayırın.  



Kahverengi üzeri beyaz harflerle tarihi mekan tabelaları

Şekercibaşı aligalip'ten alışveriş yapmak ayrı bir keyif olacak.


Kızlarağası Hanı'nın tam karşısında Kemer Balık Evi, bir dahaki ziyaretimde denemeye karar verdim

Çocukluğumun canlı hatıralarından macuncu

Kemeraltı'ndaki turumu da bitirdikten sonra eve dönüş zamanı geldi. Varyant yokuşunu çıkmak istemediğim için metro'ya doğru yöneldim. Ancak bisikletimle metroya binmeme izin vermediler, yasakmış. Gayet kibar ve genç bir yetkili ile görüştükten sonra Varyant'tan yukarı çıkmak için pedallara asıldım, kız yurduna kadar çıkmayı başardım, ancak sonrasını bisikletten inerek yayan bir şekilde tamamladım. Eve vardığımda günümü keyifli geçirdiğimi düşünerek içime tüm akşam sürecek bir gülümseme geldi.