Midilli'de İkinci Gün
Midilli (Lesvos) Adası'ndaki ikinci günümüze otelin yanıbaşındaki zeytinlikte yaşayan eşeğin anırmasıyla uyandık. Bu sese kuşlar da cıvıltıları ile eşlik ediyordu. Odamızın balkonundan zeytinliklere doğru bakıp kolumu iki yana açıp derin derin nefes aldığımı hatırlıyorum. Sonra kahvaltıyı otelde yaptık. Mütevazi ama sağlam bir kahvaltıdan sonra yola çıktık. Henüz fazla uzaklaşmamıştık ki bir tabela gözümüze çarptı. Bir zeytinyağı fabrikasını müzeye dönüştürmüşler, ilginç olabilir dedik ve levhayı takip etmeye başladık. İyi ki de öyle yapmışız. Yaklaşık bir buçuk saat süren keyifli bir anı oldu bu ziyaretimiz.
Fabrikanın içini gezdikten sonra avlusunda da bir süre oturup durum değerlendirmesi yaptık. Bu fabrikada emeği geçen insanları andık. Neden bilmiyorum insanların burada zamanında huzur içinde çalıştıkları izlenimine kapıldım.
İşte bu levha bizi yoldan çıkardı. Papados'taki zeytinyağı fabrikasını müzeye dönüştürmüşler. |
Fabrika müzeye dışarıdan bir bakış |
Halatlar yukarıda silindirlere bağlanıyor. O silindirleri döndürme gücü fabrika ilk kurulduğu yıllarda buhar gücünden geliyormuş. Daha sonra büyük bir dizel motor yatırımı yapılmış. |
Üretilen zeytinyağı yer ile bütünleşik bu büyük küplerde depolanmış. |
Müze ziyaretinden sonraki hedefimiz Plomari kasabasıydı. Plomari'nin hemen girişindeki Barbayanni ailesine ait uzo fabrikasını ziyaret ettik. Ben teknolojik bir üretim merkezi beklerken karşıma çok da gelişmiş olmayan bir tesis çıktı. Önce üst katta bir nevi "showroom" olarak kullanılan mekanda fabrika ortaklarından birisi ile sohbet edip anı defterine bir iki cümle karaladık. Sonra alt kattaki üretim merkezine indik. Şişeleri elleri ile silip paketleyen çalışanlar gözümüze çarptı. Arka tarafta da damıtma işleminin yapıldığı sistemler ve depolama kazanları vardı. Bizdeki gibi bilye kapak henüz buralara uğramamış. Sanırım sahte içkiden ölen olmamış şimdiye kadar adada. Çalışanlarla sohbetimizi yaptıktan sonra fabrikaya çok yakın, Plomari'nin ünlü plajı Agios İsidoros'a gittik.
Barbayanni markalı Uzo'nun fabrikasından bir görüntü. |
Ayak fotosuz tatil olmaz diyenlere gelsin. 3 kilometreden uzun Agios İsidoros plajından |
Plajda bir süre vakit geçirdikten sonra karnımız acıktı ve Muria isimli tavernaya doğru yola çıktık. Aldığımız tariflere göre plaja çok yakındı. Ama biz 5 dakika araba kullanmamıza rağmen ulaşamamıştık. Geri dönüp yol üzerinde bulduğumuz bir yere girelim derken bir anne ve iki çocuğu bizim gittiğimiz istikamete doğru yolda yürüyorlardı. En yakın yerleşim merkezi bizim çıkış noktamız olan plajdı ve öğlen sıcağında bu insanların yoldan yürümelerine gönlümüz razı olmadı (Yoldan başka yürüyecek alanları da yoktu). Arabamıza binme teklifini kabul ettiler. Tarzanca anlaştık zira hiç İngilizce bilmiyorlardı. Zaten çocuklar 5 ve 10 yaşlarındaydı sanırım. Annenin yüzündeki minnet ifadesini çok net hatırlıyorum. Biz Murya Taverna nerede işareti yapınca kadın da önüne gelince ben size söylerim işareti yaptı.
Muria'yı niye ıskaladığımızı oraya varınca anladım. Zira bizim köy kahveleri kıvamında bir yerdi ve hiçbir tabelası yoktu. Arabayla giderken mekanı görmüştüm ama orada yemek yenebileceğini aklıma getirmemiştim. Masamıza önce harika bir ekmek geldi, zeytinyağına banarak tükettik gelen ekmeği. Ardından kabak çiçeğinin içine peynir koyarak hazırladıkları bir yemeği tattık. Ayrıca adadaki ilk ızgara ahtapot siparişimizi verdik. Ahtapotları vantuzlarını ayırmadan ızgara ediyorlar. Enfes bir lezzetti. Menülerde sürekli gördüğümüz Gavros isimli balığı da denemek istedim. Gele gele hamsi balığı geldi. Çıtır çıtır yedim, özlemişim hamsiyi.
İşte adada tatmayı çok istediğim lezzetlerden bir tanesi: Ahtapot ızgara. Uçlarını biraz kurutmuşlardı ama olsun. |
Yemeğimizi yedikten sonra plaja geri döndük. Biraz siesta ve kitap okumadan sonra Efe ile tahta raketlerle plaj tenisi oynadık. Yine snorkellerimizi takıp denizin altını keşfe çıktık. Güneş etkisini kaybetmeye başladığında üstümüzü değiştirip plaja 5 dakika mesafedeki şehir merkezine yani Plomari'ye gittik. Plomari'nin girişinde geniş bir otopark var. Diğer tüm otoparklar gibi burası da ücretsiz. Plomori'nin ufak çarşısını turladık, kayda değer birşeyler görmedim açıkçası. Hatta belki abartmak olacak ama hayalet kasaba izlenimi verdi bana bu küçük yerleşim birimi. Sevgili eşim dükkanların birinden kadın birlik kooperatiflerinin ürünleri olan reçellerden birkaç kavanoz aldı.
Şehir turumuzu attık, bir saat on beş dakika süren araba yolculuğundan sonra otelimize geldik. Kısa bir dinlenmenin ardından bir önceki akşam çok memnun kaldığımız Kostas'ın yerine gittik yine. Kostas bizi girişte karşılamadı bu sefer, bunlar artık devamlı müşteri oldu diye düşündü heralde :)