Çocuklarım dünyaya geldiğinden beri haftasonu sabahlarını bir ayrı seviyorum. Geç kalkmak için bir bahanem olamıyor, zira çocuklar en geç 8'de uyanmış oluyorlar. Hele bu aralar 3,5 yaşındaki oğlumun kendi yatağından kalkıp eşimle beni uyandırmasının keyfi bir başka. Geçtiğimiz pazar günü yine aynı rutinle uyandık. Pencereleri açıp baktığımda İzmir'de güneşli bir havanın bizi beklediğini gördüm. Kahvaltımızı yaptıktan sonra eşim çocukları parka götürmemizin iyi olacağını söyledi, açıkçası biraz isteksizdim çünkü hem boğazım ağrıyor ve kendimi halsiz hissediyordum, hem de evde ayaklarımı uzatıp Kemal Tahir'in Devlet Ana isimli romanını bitirmek istiyordum. (Bu romanla ilgili karalamak istediklerim var, bir başka blog yazısına inşallah.)
Söz konusu çocuklar olunca insan kendi isteklerini bir kenara bırakabiliyor. Biz de kahvaltı sonrası hazırlandık ve şimdiye kadar İzmir'de hiç gitmediğimiz bir parka gitmek üzere hareket ettik. Güzelyalı'daki Haylaz Totti isimli ayakkabı mağazasını geçtikten sonra sol tarafta kalan parkı ne zamandır görmek istiyorduk. Hedefimize vardığımızda parkın içinde iş makinelerini gördük, her taraf kazılmıştı, umarım yeni bir park için yapılıyor bu çalışmalar.
Neyse, hemen yeni bir plan oluşturup yürürlüğü koyduk ve İnciraltı'na "İzmir Kent Ormanı'na" doğru hareket ettik. Burası eskiden moloz dökme alanıyken, birkaç sene önce bir kent ormanına dönüştürülmüş. Yüzlerce ağaç dikilmiş, yürüyüş ve bisiklet yolları yapılmış. Kent için harika bir kazanım. Henüz öğle vakti bile olmadığından otopark nispeten boştu. Yanımıza arabamızda sürekli taşıdığımız battaniyeyi ve topu da aldık. Fazla yürümeden deniz kenarında çimlik bir alana battaniyemizi serdik. Seriş noktamızı belirleyen en önemli faktör hemen yanıbaşımızdaki masada birisinin gitar çalmasıydı. İki aile olarak gelmişler, erkeklerden birisi gitarını çalarken diğerleri çaylarını yudumluyordu. Nedense bu manzarayı İzmir'den başka bir şehirde göremeyeceğimi hissettim. Sonuç olarak biz de ailecek bu deneyimden nasiplendik, denize karşı güneşli bir pazar sabahı kulaklarımızın pası silindi.
 |
İzmir Kent Ormanı uydu görüntüsü |
 |
İzmir Kent Ormanı'nın havadan görüntüsü, fotoğrafı internetten buldum |
Bir süre gitar dinledikten sonra çocuklarımla denize taş attık. Oğlumun hep sevdiği bir oyundu hala aynı heyecan ve keyifle taşları denize fırlatıyor. Artık kızım da bu oyuna eşlik etmeye başladı. Daha sonra yanımızda getirdiğimiz topla oynadık. Ben topu fırlatabildiğim kadar yukarı fırlattım defalarca ve çocuklar kahkahalar eşliğinde topu düştüğü yerden alıp bana getirdiler. E tabi bir süre sonra sıkıldılar, artık bulunduğumuz noktada hareket etme vaktinin geldiğinin işaretiydi bu sıkıntı belirtileri. Biz de yönümüzü ormanın Engelliler Merkezi tarafındaki giriş kısmındaki çocuk parkına çevirdik.
 |
İzmir Kent Ormanı'na benim gözümden bir bakış |
 |
2 aile, erkeklerden birisi gitar çalıyor, diğerleri ve biz onu keyifle dinliyoruz |
Burada Engelliler Merkezi için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Büyükşehir Belediyesi'nin bir hizmeti (keza orman da belediyenin bir hizmeti) ve denize sıfır, harika bir manzara eşliğinde engelli vatandaşlarımızın öncelikli olarak yararlanabildikleri bir mekan. Mekan derken birkaç masa ve bir kantinden ibaret. Kantinde yiyecek çeşitleri kısıtlı, hamburger köfte tarzında fast food ürünleri var. Açıkçası lezzet olarak da pek başarılı değil. Fiyatlar makul, engelli kartını gösterenlere ciddi indirimler var. Sonuç olarak fikir ve fikrin hayata geçirilmesi çok güzel. Ancak uygulamada çok fazla eksik var gibi hissettim.
Neyse işte biz bu merkezin hemen yanıbaşındaki çocuk parkına gittik ve çocuklar kaydıraktan kayıp salıncakta sallandılar. Hem kendi çocuklarımı hem de başka çocukları oynarlarken görmek bana büyük mutluluk veriyor. Çocuklar için hayat o kadar basit olabiliyor ki. Düşünsenize ırk önemli değil, din önemli değil, hatta inanmazsınız dil de önemli değil. Bir keresinde oğlum Alman turist çocukların arasına dalmıştı ve hep beraber büyük keyifle oyun oynamışlardı. Yani sonuçta çocuklar için önemli olan oyun ve oyunun neticesinde mutlu olmak. Keşke biz büyükler bu oyunu hiç bozmasak.
 |
Arka tarafta gözüken beyaz bina Engelliler Merkezi'nin kantini. |
Çocuk parkındaki oyun faslı da bittikten sonra arabamıza doğru yöneldik. İzmir'in güzel insanları da arabalarını park edip orman'a akın etmeye başlamışlardı bile. Bu ormana ikinci gelişimdi, ilk gelişimde içinde fazla vakit geçirmeyip hızlıca bir tur atıp çıkmıştık. O zaman da görüntü olarak birbirinden çok farklı gözüken insanların bir arada ve birbirlerine karışmadan vakit geçirdikleri bir yer gibi gözükmüştü. Düşünün bir masada sadece erkeklerden oluşan ve çay bardakları ile rakı içen bir grup ve yan masada mangal yapıp türbanlı eşi ve annesiyle piknik yapan bir aile. Nedense böyle bir manzarayı İzmir'den başka bir şehirde göremezmişim gibi hissetmiştim.
Sonuç olarak arabamıza binip hareket ettiğimizde içimden İzmir'de yaşamaya başladığım için bir kez daha tanrıya minnet duyup bana verdikleri için şükrettim. Eve dönerken ailemle güzel bir pazar sabahı geçirdiğim için mutluydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder