6 Kasım 2024 Çarşamba

Bir Makedonya Gezisi - Bölüm Üç ve Son: Ohri

4. Gün - Ohri - 30 Ekim 2024

Erkenden kalktık. Göl kenarına doğru bir yürüyüş yaptık. Meydandaki kafelerden birisine oturup meyvelerle süslenmiş "French Toast"u kahve eşliğinde yedik. Hava çiçek gibiydi. Güneş tüm ışıltısıyla parlıyor, kemiklerimizi ısıtıyordu. Hatta bir ara masamızı gölgeye çektik. Kahvaltıdan sonra gölde tekne turu almak için gölün kıyısına yürüdük. Bizi burada orta yaşlı bir adam karşıladı, tekne turu bakındığımız çok belli oluyordu. Türk olduğumuzu öğrenince Türkçe konuşmaya başladı. İsmi İzzeddin Bayraktar'mış. Katamaran tipi teknesini yeni almış. Bize turda nerelerde durulacağını, neler yapılacağını anlattı. Tekneye en fazla 10 kişi alabiliyormuş. 10.30'da başlayacak turun 16.30'da biteceğini de iletti. Alkolsüz içeceklerin dahil olduğu turun kişi başı 25 € olduğunu belirtti. Bize de birer arpa suyu ikram edeceğini de ekledi.  Kendisine teşekkür ederek biraz daha araştırmaya başladık. Aklımızda daha büyük bir tekne ile tur var. Ancak yoğun sezon bittiği için bu tekneler günlük tur yapmıyormuş. Diğer katamaran tipi tekneler de aynı fiyat ve hizmeti sununca turu İzzeddin Kaptan'dan almaya karar verdik. 

Ohri'de aşk başkadır isimli çalışmamız.

Göl kenarından bir kare

Hava çiçek gibi olduğu için katamaran tipi küçük teknede 
sıkıntı yaşamadık. 

10.15'te tekneye bindik. Bizimle birlikte 3 Türk daha vardı. Ayrıca bir Makedon çift ve ilk duraktan aldığımız Fransız bir çift de tura katıldı. İlk önce Tito reisin yazlık olarak kullandığı mekanın yanından geçtik. Şu anda bu mekan haliyle Makedonya Cumhurbaşkanı'na tahsis edilmiş. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından ilk durağımız olan Kemik Körfezi Müzesine geldik. Bu müzenin bulunduğu koyda Makedonya'nın ilk sualtı arkeolojik kalıntıları olarak kemikler bulunduğu için bu isim verilmiş. Kemiklerin yanı sıra yüzlerce sütun da bulunmuş. Daha sonra bu sütunların su üstünde ufak bir yerleşim birimi için kullanıldığı düşünülmüş. Akabinde de bu yerleşim yerini yeniden canlandırmışlar. Yani su üstünde minik bir köy oluşturmuşlar. Karada ise bir bina yapıp içine gölden çıkan bazı objeleri yerleştirerek minik bir müze yapmışlar. Köyde yürümek, binlerce yıl önceki yaşam hakkında düşüncelere dalmak keyifliydi doğrusu. 

Tekne gezisinden bir kare

Tito reisin yazlık olarak kullandığı mekan

Arkamızda su üstünde oluşturulan köy

Gölün bazı noktalarında suyun içilebildiğini söylediler

Su üstündeki köyün girişi

Gölde pek deniz canlısına rastlamadık

Özçekim bizim işimiz 

Gölköy ismini verdiğim mekandan bir video

Bir sonraki durağımız "Holy Mother of God Zahumska" isimli manastırın olduğu koydu. Sadece denizden ulaşımın olduğu bu küçük manastırı ziyaret ettik. Şu anda bile ulaşmanın zor olduğu bu koya, yüzyıllar önce bir manastır kurulmasının ardındaki nedenleri merak ede ede etrafı dolaştık. Yolcuğumuz sırasında teknedeki diğer Türkler'le de sohbet ettik. Kıvanç ve Armağan İstanbul'dan gelmişler, Ziraat Bankası'nın teknoloji şirketinde çalışıyorlar ve sık sık yurtdışına çıkıyorlarmış. Neslihan da Mudanya'da yaşıyor ve şimdi ismini hatırlamadığım bir reklam ajansında çalışıyormuş. Bu cana yakın insanlarla turumuz daha keyifli hale geldi. 

Teknemiz ve yolcuları

Küçük manastırın girişi

Sevgili salıncakta sallanırken habersizce çekilen bir poz

Bu da haberli çekilen bir poz  :)

Berrak ve tertemiz gölün kıyısında, manastırın önünde

Manastır görevlilerinin ulaşım aracı

Manastırın girişine son bir bakış

Yine yarım saatlik bir tekne gezintisiyle turumuzun son noktasına vardık: Aziz Naum Manastırı. Kaptanımız burada 2 saat vaktimiz olduğunu dilersek öğle yemeğini yiyebileceğimizi belirtti. İlk önce biraz yukarı tırmanıp Manastırı ziyaret ettik, buranın enteresan özelliklerinden birisi avlusunda pek çok tavus kuşu olmasıydı. Bu hayvanlar artık insanlara alışmış, sokak kedisi gibi etrafta dolaşıp duruyorlardı. Manastırın hemen yanı başında bir otel vardı, sezon bittiği için otelde müşteri yoktu ancak restoranı açıktı. Biz de göle tepeden bakan bu mekanda öğle yemeğimizi yemeye karar verdik. Karnımız da çok aç değildi, o nedenle bir Makedonya burgeri ve yanında salata istedik. Balkanlarda hamburger istediğinizde, ekmek arasında gelmiyor. Hamburger köftesi olduğu gibi tabağın üstüne konuyor, yanına biraz patates kızartması ekliyorlar. Bu sefer salatamız da söğüş olarak geldi. Keyifli yemeğimizi restoranın cumbasında içtiğimiz lezzetli kahvelerle taçlandırdık. Akabinde kısa bir yürüyüş yaptık ve tekneye geri döndük. Dönüş yolunda hava iyiden iyiye soğukluğunu hissettirmeye başlamıştı. Özellikle de güneş batınca, kutupta birbirine sokulan penguenler misali eşimle birbirimize sarıldık. Yine de içimiz üşüdü :) 

Aziz Naum Manastırı'nın önünde

Tepedeki otelin restoranında güzel manzara vardı. 

Salatamızı başka bir formatta beklerken, söğüş olarak geldi. 
Özellikle biberler kıtır kıtır ve çok lezzetliydi. 

Restoranın balkonunda manzaraya son bakışlar. 

Manastıra son bir bakış. 

Tavus kuşları her yerdeydi.

Aziz Naum Manastırı'nın bulunduğu koy, Arnavutluk 
sınırının hemen yanı başındaydı. 

Bu fotoyu tüm gün boyunca gördüğümüz ve sürekli not tutan bir İngiliz turist çekti.

İngiliz turiste yazar olup olmadığını sorduk sürekli not tuttuğu için. 
Hayır, keşke olsaydım, hayatım daha eğlenceli olabilirdi dedi. 

İngiliz turist bizi yatay, dikey farklı açılardan çekti. 

Pınar beyaz tavus kuşuna hoşcakal diyor. 

Gölün hemen kenarında bir ağaca şadırvan yapmışlar. 

Ohri'ye dönüş yolculuğu. 

Dönüşte çocuklar gibi şendik. 

Güneş gidince, teknenin hareketi nedeniyle oluşan rüzgar iliklerimize işledi. 

Günbatımında kırmızıdan maviye geçişler. 

Dönüş yolculuğumuz ve biz. 

Şehre varınca ısınmak için doğruca kaldığımız eve gittik. Biraz ısındıktan ve öğle yemeğinden kalan burgeri yedikten sonra tekrar şehre gittik. Hedefimizde saat 21.00'de açılan bir jazz bar vardı. Ancak bara ulaştığımızda mekanın kapalı olduğunu gördük ve üzüldük. Hava da iyiden iyiye soğuyordu. Ertesi gün erken kalkacağımız için eve döndük ve güzel bir uyku çektik. 

4. Gün - Ohri-Üsküp Yolcuğu ve Dönüş - 31 Ekim 2024

Sabah yine erkenden kalktık. Daha önceden gözümüze kestirdiğimiz bir dükkandan börek ve tatlı hamur işi aldık. Yanına kahve almak istedik ancak burada yoktu. Az ilerideki kahve otomatından kapuçino aldık. Ben beğenmedim. Neyse ki meydandaki kafelerden birisi açıktı da bir fincan Americano bulabildik. Göl kenarındaki banklardan birinde kahvaltımızı yaptık ve Üsküp Havaalanı'na dönüşe geçtik. Dönüş yolculuğumuz yaklaşık 3 saat sürdü. Arabayı teslim ettik. Uçağı beklerken Yaşar Üniversitesi'nden tanıdığım Gökay Özerim ile karşılaştık ve biraz sohbet ettik. Sonra da uçur beni Pegasus diyerek, İzmir'e geri döndük.

Beni okuduğunuz için teşekkür ederim. Daha önceki bir yazıda bahsettiğim gibi, bu blogun ana amacı hatıralarımızı unutmamak için kayda geçirmek. Buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim. Blogu ana amacı kapsamında geliştirebilmek için fikirleriniz, eleştirileriniz olursa yorumlarda buluşalım. 😊

4 Kasım 2024 Pazartesi

Bir Makedonya Gezisi - Bölüm İki: Üsküp, Matka Kanyonu ve Birazcık da Ohri

 3. Gün - Üsküp ve Matka Kanyonu - 29 Ekim 2024

Rahat, modern ve yeni döşenmiş evimizde geçirdiğimiz rahat bir gecenin ardından günün ilk ışıklarıyla uyandık. Bir önceki gün marketten aldığımız meyvelerle sade bir kahvaltı yaptık. Konakladığımız evin ferah da bir manzarası vardı. Bu manzaraya bakarak meyvelerimizi yedik. Dünyanın hemen hemen her yerinde olduğu gibi Üsküp'de de müzeler Pazartesi günleri kapalıydı. Bu nedenle müze ziyaretlerimizi bugün yapmak için planlamıştık. Hedefimizde iki müze vardı. İkisini de gezdik. Bu arada Cumhuriyetimizin kuruluşunun 101. yılını da kutladık. Ülkemizde yaşanan coşkuya da eşlik ettik. 

Bu blogun yazılış amaçlarından en önemlisi, hatıralarımızı unutmamak olduğu için blogda bol bol kendi fotoğraflarımıza da yer verdim.

Konakladığımız evin balkonundan Üsküp manzarası.

Kahvaltı sonrasında yine Tarihi Türk Çarşısı'nda dolaştık. Zira gitmek istediğimiz ilk müze çarşının hemen yanı başındaki Makedonya Cumhuriyeti Müzesi'ydi ve saat 9'da açılıyordu. İlk ve gezdiğimiz süre içindeki tek ziyaretçiler olarak binaya giriş yaptık. Müze birbirine bağlı birtakım binalardan oluşan bir kompleksin içinde. Bu kompleks, Türk Çarşısı’nda modern mimarinin tarihi dokuyla bütünleştiği özel bir örnek olarak dikkat çekiyor. Eski Çarşı’nın özgün mimarisi ve anıtsal yapıları içinde, 14.000 m²’den fazla kullanım alanı sunacak şekilde tasarlanmış. Bu geniş alanı müze konseptine uygun şekilde uyarlamak, projenin en büyük tasarım zorluklarından biri olmuş. Kompleks, Kurşunlu Han ile bağlantı kuran açık bir plato etrafında planlanmış. Bu sayede hem kültürel hem de tarihi değeri olan, arkeolojik park ve kültürel etkinlikler için kamusal bir alan yaratılmış. Yapı, çarşının karakteristik çatı ve kubbe görünümüyle uyum sağlayacak şekilde tekrar eden hacimlerle inşa edilmiş. Dinamik mimari tasarımın hem müzenin ihtiyaçlarını karşılaması  hem de ziyaretçilere sürekli ve kesintisiz bir sergi alanı sunması amaçlanmış. Kompleksin mimarı 1929 doğumlu Mimoza Nestorova Tomikj isimli bir Makedon. 1963 depreminden sonra şehrin master planını hazırlama görevini üstlenmiş. Yapı 1974'te tamamlanmış. Ancak günümüzde kaderine terk edilmiş bir halde duruyor. Google haritalardaki yorumlardan da bu anlaşılıyor. Halbuki bir kaç ufak dokunuş ve taktiksel hamlelerle, muazzam bir çekim gücü olacak kamusal bir alana dönüşebilir. 

Müze kompleksinin önünde.

Müze girişinde Kurşunlu Han'a bir bakış. Dikkatli gözler avluda genç bir kızı görecekler. Yukarıda eşimle benim fotoğrafımızı çeken mimarlık öğrencisi elinde not defter, çizim yapıyordu. 

İlk binada daha çok fotoğraflar ve yazılar ile Makedonya'nın yakın tarihine odaklanılmıştı. Oldukça milliyetçi bir yaklaşımla hazırlandığı daha ilk bilgilendirme yazısında belli oluyordu. Balkan Savaşları sonrasında oluşan sınırları bu müzenin küratörü kabul etmemiş belli ki. Her bilgilendirme yazısında, var olan sınırların yanı sıra, kesik çizgilerle mevcut sınırın güneyinde kalan (ve şu an Yunanistan bünyesindeki bölge) alan için "The Portion of Macedonia under Greek rule" ve benzeri ifadeler kullanılıyordu. Nitekim bu yazılardan Makedon tarafının bakış açısını net bir şekilde anladık. Yunan bakış açısını da anlayabilmek için araştırma yapmaya karar vererek ziyaretimize devam ettik. 

Görevli bizi etnografik öğelerin bulduğu ikinci bölüme götürdü, ışıkları açtı. Burada yerel giysiler, kullanılan mutfak aletleri, basit tarım makineleri, müzik aletleri gibi objelerin sergilendiği geniş alanları gezdik. Ancak vitrinlerdeki ışıklandırmalar yetersizdir. Zaten yetersiz olan yazılar silinmiş, bazı bilgilendirme yazıları buruşmuştu. Buraya hiç bakım yapılmıyor anlaşılan. Bu kısımda bizi en çok etkileyen unsurlar ahşap işlemeciliğinin etkileyici eserleri oldu. Benzer işlemeleri Anadolu'nun pek çok kasabasında da görmüştük. Bu eserlerin arkasındaki emek ve zamana hayran kalmamak mümkün değil doğrusu. 

"The part of Macedonia under Greek rule" 

Bu da yazıda bahsettiğim haritalardan bir örnek

Yerel ve tarihi giysilerin tanıtıldığı bölüm

Binanın mimari yapısını unutmamak için çektiğimiz bir kare

Eski evlerin maketleri

Muazzam ahşap işçiliği ile bir tavan süslemesi

Ahşap işçiliğinin güzel örnekleri ile süslü bir vitrin

Bayrakların altındaki ofiste birileri çalışıyor, muhtemelen onların yanı sıra başka memurlar da var. Ancak hiçbirinin aklına bayrakları düzeltmek gelmemiş. 

Son fotoğrafta bayrak demişken Kuzey Makedonya'nın şu anki bayrağı hakkında da bir bilgilendirme yapmanın yeri geldi. Makedonya 1991'de Yugoslavya'dan ayrılıp bağımsızlığını elde ettikten sonra, yetkililer yeni bir bayrak tasarımı konusunda anlaşamadıkları için o zamanki mevcut bayrak kullanılmaya devam etti. Ancak Ağustos 1992’de yeni bir bayrak kabul edildi; bu, ortasında sekiz ışınlı sarı bir güneş simgesi olan Vergina Güneşi ile düz kırmızı bir bayraktı.

1995 yılında Yunanistan, bu bayraktaki Vergina Güneşi’nin kaldırılmasını talep ederek Makedonya Cumhuriyeti’ne ekonomik ambargo uyguladı. Yunan tarafı, Vergina Güneşi’nin telif hakkına sahip olduklarını öne sürüyordu. Bir yıl sonra, Makedonya yönetimi bu sembolü bayraktan çıkardı ve yerine “özgürlüğün yeni güneşi” adı verilen farklı bir güneş simgesi yerleştirildi.

1992-1995 yılları arasında kullanılan bayrak

1995'ten sonra kullanılan ve halen yürürlükte olan bayrak

Bir sonraki durağımız Vardar Nehri kıyısında yer alan Makedon Bağımsızlık Mücadelesi Müzesi'ydi. Kısa bir yürüyüşten sonra Bölüm Bir'de bahsettiğim Skopje 2014 projesi kapsamında yapılmış gibi gözüken binanın temeli 2008'de atılmış ve 2011'de bina kullanıma açılmış. İçeri girip biletlerimizi alırken giriş avlusunda bir hareketlilik vardı. Öğrendik ki Goce Delchev Üniversitesi Turizm ve İşletme Lojistiği yönetimi tarafından düzenlenen "Uluslararası Öğrenciler Sempozyumu"nun açılış töreni varmış. Biz de açılışa iştirak ettik. Etkinlik Makedon Halk Dansları Topluluğu'nun bir gösterisi ile başladı. Sonra da bitmek bilmeyecek gibi süren ve kürsüye çıkan herkesin Makedonca konuştuğu protokol konuşmaları devam etti. Biz bir süre sonra ayrıldık ve müze ziyaretimizi gerçekleştirdik. 

Müzenin girişindeyiz

Sempozyumun sunucusunun konuşmasıyla etkinlik başladı

Pınar Hoca tüm dikkatiyle açılış konuşmalarını takip ediyor


Makedon halk dansçıları sanatlarını icra ederken

Bu müze isminde de anlaşılacağı üzere Makedonya'nın bağımsızlık mücadelesi üzerine kurgulanmış. Bu tarihin başlangıcı da Osmanlı'ya karşı 1800'lerin sonlarında gelişen ayaklanmalar. Girişte bizi, ilk intifadanın ateşini yakan Hayduklar'ın lideri dev bir tablonun içinde karşıladı. Müzede genel olarak üç tip eser bulunuyordu. Tablolar, balmumum heykeller ve bağımsızlık mücadelesinde kullanılan silah vb. objeler. Makedonya'nın bağımsızlık mücadelesi hakkında daha detay bilgi vermek bu blogun kapsamı dışında olduğu için şimdilik bu kadar bahsediyor ve ilgilenenlere şu bağlantıyı bırakıyorum.

Müzeyi gezerken "Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk"ün de bir balmumu heykeline rastlamak şaşırtıcıydı. Heykelin açıklamasına da yanlış hatırlamıyorsam yukarıda tırnak içine aldığım ifade vardı. Daha da şaşırtıcı olan bu heykelin yanında da Eleni Karinte'nin heykelinin bulunmasıydı. Açıklamasında da "Mustafa Kemal's first love" yazmasıydı. Bu iki açıklamanın dışında başka hiçbir açıklama yoktu. Yani bu iki şahsın Makedonya'nın bağımsızlık mücadelesi bağlamında yeri var mıdır, varsa önemi nedir gibi soruların cevapları yoktu. Bu arada Eleni Karinte için biraz daha fazla bilgi isteyenler için şu bağlantıyı buraya bırakayım. 

İlk galeride karşımıza çıkan Haydukların liderinin tablosu. 
Onlarca tablo ile ilgili şunu gözlemledim: Hiçbirinin ressamı Makedon değildi. 

Galeriler arasında kronolojik olarak süreci betimlemişler.

2. Dünya Savaşı sonrası liderler Makedonya'nın geleceği hakkında tartışıyorlar.

İç avlunun tavanı hoş bir şekilde dekore edilmiş.

Sempozyumda verilen çay kahve arası aşağıdaki fuayede gerçekleşti.

Bu da müzenin karar tarafından bir görüntüsü, nehir tarafındaki
görüntü daha etkileyici ama foto çekmeyi atladık :)

Makedonya'nın yakın tarihi ile ilgili bu müzeyi ziyaretimiz bittiğinde öğle vaktini çoktan geçmişti ve karnımız acıkmıştı. Tarihi Türk Çarşısı'na yürüdük. Hedefimizde daha önceden gözümüze kestirdiğimiz "Cosmos" isimli salaş mekan vardı. Biz ziyaret ettiğimiz yerlerde yerel insanların gittiği mekanlara da gitmeye özen gösteriyoruz, Cosmos da öyle bir mekan. Menüde iki ana yemek var, köfte ve sucuk. Hemen hemen tüm Balkanlar'da olduğu gibi, buradaki köfte de bizim İnegöl Köfte'ye yakın bir lezzetti. Ancak fazla yerseniz bence midede minik bir rahatsızlık veriyor. Belki de kullanılan baharatlara çok alışkın olmadığımız için. Ne kadar yiyeceğinizin kararını iyi vermek lazım. Bu nedenle biz bir porsiyon köfte, bir porsiyon güveçte kuru fasulye ve bir porsiyon da Slopzka salatası (Domates, salatalık, biber üstüne peynir rendelenmiş) sipariş ettik. Yanında da yerel armutlu bir gazoz içtik. Ufak mekanda bizimle yemek yiyenlerin hepsi yerel insanlardı. Kah kendimiz sohbet ederek kah onların sohbetlerini anlamaya çalışarak karnımızı doyurduk. 

Since 1952 yazmışlar. Doğru mu değil mi bilemem :=)

Menüde sıcak sipariş verilebilecek üç ürün var. Köfte, sucuk, güveçte kuru fasulye

Ekmekler lezzetliydi, başka bir dükkandan buraya getirildiler.

Bu öğlen de boğazımızdan bunlar geçti çok şükür. 

Yemeğimizi yedikten sonra daha önceden Booking üzerinden rezervasyon yaptırdığımız arabayı teslim almak üzere Makedonya Meydanı'nın hemen yakınındaki AvantCar isimli araba kiralama şirketine gittik. Burada kısa süren işlemlerden sonra yeni bir Opel Corsa'yı alarak yola çıktık. İstikametimiz Üsküp'e yarım saat mesafedeki Matka Kanyonu'ydu. Keyifli bir yolculuktan sonra Kanyon'a vardık, arabayı park edebileceğimiz en uç mesafeye park ettikten sonra yürüyüşe başladık. Kanyon'da uygun bir noktaya baraj kurmuşlar, zaten kanyonu kanyon yapan da bu barajın gölü olmuş. Gölde kanoya binebilir, tekne turuna katılabilirsiniz. Biz kenardaki patika yoldan yürüyebildiğimiz kadar yürüdük ve temiz doğanın tadını çıkardık. Bir süre sonra geri döndük ve göl kenarındaki mekanlardan birinde kahve içtik. Yan masaya 3 küçük çocuklu Türk bir aile geldi. Belli ki anne ve baba önceden tartışmışlar, tartışma sönümlenerek devam ediyordu. 

Baraj gölünün başlangıç noktası.

Sevgiliye aşkla bakarken kanyon manzarası adlı çalışmam :)

Yürüyüşümüzden bir kare.

Yürüyüşümüz sonrası kahvelerimizi yudumladığımız mekan.

Bu da mekanda oturduğumuz bistro masadan kanyona son bir bakış.

Kanyon ziyaretimizi bitirdiğimizde hava kararmıştı. İstikametimiz Ohrid, yolumuz uzundu. Yolcu yolunda gerek diyerek arabaya atladık. İlk 70-80 km iki şeritli ve sürekli para vererek ilerlemek durumunda kaldığımız rotada devam ettik. Burada parayı peşin alıyorlar. 15-20 km sürüyorsun, yeni bir gişe çıkıyor karşına, parayı veriyorsun devam ediyorsun. 40 dinar ile 60 dinar arası ücretleri var bu yolların. Ücretli geçişler bittikten sonra dağ yolu başlıyor. Önce tırmanış sonra iniş ve nihayet 2 saatin biraz üzerinde bir zamanla Ohrid'e vardık. Vardığımızda eve yerleştik ve şehir merkezine, dolayısıyla göl kenarına da yakın olduğumuz için hemen bir yürüyüşe çıktık. Şehrin çarşısında ilerleyerek göl kenarına geldik. Göl kenarında da biraz keşif yaptıktan sonra Le Petit Bistro Lihnidos isimli mekanda hafif bir akşam yemeği yemeye karar verdik. Sezar salata, yanında deniz mahsullü makarna ve üzüm suyu içtik. Sezar salata ne kadar başarısızsa, deniz mahsullü makarna da bir o kadar başarılıydı. Bu üç ürüne ödediğimiz toplam ücretin ise 22 Euro (o günkü kur ile yaklaşık 800 TL) olması, güzel ülkemdeki benzer mekanlardaki yemek ücretlerini düşününce bizi üzdü. Bu keyifli akşam yemeğinden sonra konaklayacağımız eve döndük ve rahat bir uyku çektik. 

Ohrid çarşısından bir enstantane. 

Sevgiliyle keyifli bir akşam yemeği.

Sezar salata. Görüntü güzel ama lezzet eh işte. Acaba benim beklentilerim mi daha yüksekti?

Enfes bir deniz mahsullü makarna.